Harâbat’ı Hazırlama Sebebi ( Sebeb-i Tertîb-i Hârâbat ) / Ziya Paşa
On beş bile değildi yaşım başım
Ki şiir sanatıyla vardı uğraşım
Vezinli söze can verirdi kulağım
Şiir okusam giderdi dimağım
Meraklandırdı beni ilk zamanlar
Meydan şairlerinden gelen anırtılar
Bazen Garibi’yi okurdum
Aşık Kerem’e yanar dururdum
Ara sıra Âşık Ömer’i alırdım
Uçkur sözüne şaşar kalırdım
…..
Kim şiirimi yerip atsa taşı
Uğrardı benimle derde başı
Hicivdi karşı gelene cevabım
Dilin kılıcı sayılırdı kitabım
O haldeyken zaman geçti
Bir iki hazan bahar geçti
Ne vakit ki geçti elime can nüshası
Bir iki divanın yıpranmış baskısı
Bir kere bu hazineye kavuştum
Bir başka dünyaya girmiş oldum
Bini bir para takdirin beğeninin
Pabucu dama atıldı Gevherî’nin
Vehbî ile Vâsıf’ı beğendim
Taklit için onlara özendim
Onları okumayı derdim ederek
Allahım bu ne sihir ne yetenek
Hoş söyleyişi ve uğurlu anlamı
Bundan daha iyi bir söz var mı
Boyu posu anlamak şu servi ile
Olmaz mı işaret gelen kıyamete
Ya bülbüle gül ne kadar yaraşık
Pervane değil mi Şem’e aşık
…..
Nasıl ki şairlik değerlidir
Şiiri tanımak da bir hünerdir
…..
Rindler eder çünkü onda mülakat
Koydum adını onun Harâbât
Mescit desem güven uyandırmaz
Şairler o yerde çok bulunmaz
Şairler saf dostlukla olur âbat
Rindlerin olur yeri Harâbât
Harâbat / Ahmet Güntan
Ziya Paşa’ya ilgim şimdi hatırlayamadığım bir yazıda kahkahasının meşhur olduğunu okumakla başlamıştı— bizde büyük adamlar gülmez. Halbuki kahkaha [ endorfin ] insanlar arasındaki bağların en güzellerinden biridir. Hem ben de zaten güçsüzlerin değil, Ziya Paşa’nın kahkahasından söz ediyorum. Tanpınar 19. Asır Türk Edebiyatı Tarihi’nde Ziya Paşa’nın velveleli ömrünün bütün geçmiş felaketlerine kahkahalarla gülerek sona erdiğini yazıyor. Tanpınar onun kişiliğini şöyle tanımlıyor: “[ … ] zeki ve girgin bir saray adamı, hürriyet âşığı, sırasına göre rind ve kalender, fakat daima muhteris ve zengin hayata düşkün, yaradılıştan büyük devlet adamı edalı [ … ] fakat ikbalin eteğini tutmakta beceriksiz, gizli meramlı, fakat açık sözlü, sabırsız, zalim, kindar ama aynı zamanda vefalı ve insanları daima affa hazır, hulâsa mizacı ile ihtirasları ve fikirleri arasında perişan”— nasıl, günümüzün çelişkisizliğe programlanmış fikir robotlarının eline düşse efsanevi bir lincin kurbanı olabilecek bir tip değil mi? Gel de sevme.
Tanpınar’ın Ziya Paşa hakkında yazdıklarını okursanız Osmanlı devletinde ne kadar çok makam olduğuna şaşırırsınız. Tek bir adam— Ziya Paşa o kadar çok makamı dolaşmış ki… Sonunda Adana Valisi olarak ölüyor. Adana’ya her gidişimde Ulu Cami yanındaki parkta, mezarının dibinde Ali Özgür Özkarcı’yla çay içiyoruz, etrafında böyle büyük bir insan kalabalığı içinde yatması onun neşesine verilmiş bir hediye gibi.
Gelgitleri hayatına damga vurmuş— en çok bu yanını önemsiyorum, gerçeklik duygusu kuvvetli bir insan demek ki. Günümüzde gelgitli insanlar ancak senaryosu iyi yazılmış filmlerdeki kahramanlarda affediliyor, yoksa bu tip insanlar Twitter meydanında ipe çekiliyor. Önce istiyor, istediğine kavuştuktan sonra hayal kırıklığına izin veriyor. Bunun en meşhur örneği Şiir ve İnşaa adlı makalesinde halk şiirini savunduktan— Divan şiirinin Acem’i taklit yoluyla yazılan melez bir şiir olduğunu söyledikten altı yıl sonra, Avrupa’dan döner dönmez hazırladığı, edebiyatımızın ilk antolojisi sayılan Harâbat adlı eserinin ( 1874 ) ön sözünde dönerek halk şiirini anırma ( “nehâk” ) olarak nitelendirip, asıl şiirimizin Divan şiiri, asıl edebiyatımızın da Divan edebiyatı olduğunu savunmasıdır.
Harâbat’ı 1874’de yayınlıyor, Avrupa’dan dönünce. Ziyâ Paşa, Şinâsi, Nâmık Kemal— 1860’lı yıllarda yeni bir Türk edebiyatının öncüleri sayılıyor. Genel kanı bu dönemde Fransız edebiyatı etkisi olduğu. Tabii o döneme bugünden bakınca sanatçı ile gerçeklik arasında yeni bir sözleşme olduğunu gördüğümüz Baudelaire’i değil, kendi arayışlarına cevap veren öğreticiliği, gelenek kültünü, özetle Victor Hugo’yu seçmelerini bu adamların zayıflığı değil gücü olarak görüyorum. Bunun burnunun dibindeki yeni imkanı görememe, ihmal ya da boşlama, savsaklama değil, bir arayışın sonucunda böyle olduğuyla ilgili düşüncelerimi Taşıyıcı Monolog’ta yazmıştım. Nitekim Süleyman Nazif İki Dost kitabında ( 1925 ) şöyle diyor: “Nasıl ve ne amaçla çalışmış olursa olsunlar, Ziya Paşa da, Namık Kemal Bey de en büyük algı ve imkân ermişleridir. Bunların başladığı istiklâl çabası sonunda özgür bir Türkiye Cumhuriyeti şeklinde yerleşti. O iki yaralı ruhu tatmine bu sonuç yeterlidir.”
Bugünün gözüyle baktığımızda bana ilginç gelen bir şey de Ziya Paşa’nın yüksek makam imkanı kendine açık iken yenilikçi olması, yüksek makam imkanları azalınca eskiye dönmesi. İslâm Ansiklopedisi’nde şöyle yazıyor: “Ziyâ Paşa, yıllar boyunca seçip topladığı İslâmî edebiyatın üç büyük diliyle yazılmış şiirleri kendisine bütün ikbal kapılarının kapandığı, üzüntü ve hastalıkları ile bir köşeye çekilmiş bulunduğu bir zamanda düzene sokarak üç cilt halinde yayımlamıştır.” Yukarıda bir bölümünü günümüzün Türkçesine çevirdiğim Harâbat’ı Hazırlama Sebebi ( Sebeb-i Tertîb-i Hârâbat ) bir manzum poetika. Harâbât’ın ön sözünün dokuz bölümünden biri. Yapıtın niye hazırlandığını, Ziya Paşa’nın şiire ilgisinin hikâyesini, şiirleri nasıl seçtiğini anlatıyor.
Edebiyatın uzak ya da yakın tarihindeki tartışmalara bugünden bakıp kanı oluşturmak her zaman zor. Tanpınar Ziya Paşa’nın Harâbat ön sözündeki şiir değerlendirmelerini yanlış bulurken, Prof. Bilgegil Harâbât Karşısında Nâmık Kemâl ( 1972 ) kitabında Namık Kemal’in Ziya Paşa’ya cevap olarak yazdığı Tahrîb-i Harâbât’taki ( 1876 ) şiir bilgisini zayıf buluyor. Ziya Paşa Namık Kemal’in kadim dostu. Dostlar arasında bu tarz çatışmaların nasıl konuya özellik kazandıran psikolojik derinliklerle karmakarışık hale geldiğini anlamak isteyenler için Ziya Paşa – Namık Kemal çatışması mükemmel bir örnek. Eğer geçmişte olan bir edebi çatışmayla ya da yenilik getiren bir akımın ortaya çıkışıyla gerçekten ilgiliyseniz adaletli tek yol o devrin yapıtlarını, yazılarını, yazışmalarını tek tek okuyup kendinizin bir düşünce oluşturmasıdır— yapıtlar, eğer varsa dergiler, bunlar esas kaynaklar. Yakın ya da uzak geçmişin bugünden hakimliğini yaparak neredeyse değişmez bir adaletle bir hüküm oluşturma arzusu yeni bir adaletsizlik doğurabiliyor. Adamlar yazmışlar, tartışmışlar, yapıtlarını yayınlamışlar, edebiyat yoluna devam etmiş. Bunlar futbol takımı değil, lig şampiyonu ilan edilmiyor. Yenilikçilik etki alanını genişletip edebiyatın akışını değiştirmiş, ama bunun yanında diğer hasım da ölmemiş, bugün bile yaşamaya devam ediyor.
Bu çatışmanın hikayesi bana iki dostun, dostluklarını bozma ile bozmama arasında gidip gelmesi, sevginin getirdiği o çabuk etkilenen denge açısından da çok güzel geliyor. Namık Kemal bir yandan Harâbât’ın yazılışını haysiyetsizlik olarak görüyor ama bir yandan Ziya ile beraber yaşadıklarına ihanet edemiyor— sevgi ile sitem bir arada. Ziya Paşa ölünce şöyle yazıyor Namık Kemal: Hem karşı çıkan hem aynı görüştendi Ziya ile Kemal / Şimşek parıltısında mevcut iki kuvvet gibi. Dostluklarının şahidi olan Süleyman Nazif’e göre bu beyit yazılırken mürekkebine gözyaşları karışmış. Bu iki dost, birbirlerini hem çok sevmişler hem de fikir ayrılığına düştükleri zaman birbirlerine sitem etmekten de kaçınmamışlar— iki büyük adam.