PEKSİMET / Metin Eloğlu
Yaramı sulandıran buydu işte
Zindandelen balıkları bir
Ne tavada bumbar ne saksıda ıtır
Evet yalan söylenmiyor bu yaşta
Yaşım mı? dün geceydi kimbilir
Zembilimde İstanbul pideleri
Bir yezit oğlan kekremsi şarap domuz etleri
Gâvurluğum bu kandil evine gidecektir
O çelebi o kopuk şiir kişileri
Azıcık oh desin şu acunda
Öyle mi? pembe ojeler türemiş ucunda
Ben yokken sevgilimin elleri
Siz şimdi bana nicesin diyin
Ben iyiyim sizi sormalı sevgilim hadi
Daldım gittim eteğimi tutan olmadı
O sırnaşık sulara yüzükoyun.
PEKSİMET / Ahmet Murat
Peksimet, İstanbul mitolojisine ve ruhsal acununa yamuk bakan bir şiir. İçinde İstanbul’un hayaletinin gezindiği şiir çoktur ama özellikle genç Cumhuriyetin şiirleri, bu hayaleti heybetinden, tarihsel ağırlığından ve kulunçlarından soyarak görmüştür. Sokaktaki hayaleti, fotojenik olmayan hayaleti, enseyi karartan hayaleti. Peksimet, bunlardan biri.
Peksimet, fırınlanmış, uzun süre yemeye dayanıklı bir ekmek türü. İstanbul’da özellikle Rum ustalarca yapılırdı. Askerler, gemiciler, uzun yol yolcuları yanlarına peksimet alırdı. Karadeniz’e giden gemiler peksimetlerini Galata’dan ve Yeniköy’den yüklerlerdi (On sekiz kadar peksimet fırınının bulunduğu Yeniköy İskelesi, bu sebeple Peksimet İskelesi diye de bilinir).
Peksimetin olayı şu: Bozulmuyor, dayanıklı filan ama uzun süre yiyince diş dökülmeleri, ciltte şişlikler, kanamalar ortaya çıkıyor (“Yaramı sulandıran buydu işte”). Yolcunun dilemması gibi bir şey: Yemesi gerekir ama bir yandan da, olmaz olsun, yuh olsun yani.
Peksimet, uzun yoldan, zahmetli, peksimetli, yaraları sulandıran yoldan, zindandelen balık konserveleri yolundan dönenin şiiri. Ağız tadı olan, gustodan haberdar bir yoksulun şiiri de aynı zamanda. Dönemin şehirli, okumuş çocuklarının sempatik ve yeğni şair personalarına çok da uyan bir şiir bu. Hem yemekten, şaraptan, hovardalıktan anlarlardı, hem de çulsuzdular. “Bir yezit oğlan” olan Peksimet şairi de, dönüyor ama bu kez zembilinde peksimet yerine pide var, domuz eti var, şarap var. Dahası kandilde evine giden gavurluğu var. Tastamam, Ece Ayhangil bir daemonik persona görünüyor aralıktan.
Bir çok Eloğlu şiiri gibi, gülümsemeye çalışırken az önceki gözyaşını silememiş bir şiir bu. Sevgilisine dönüyor adamımız, zembili dolu, renkli, alemci. Her şeyin yolunda olması beklenen, telafi vadeden bir akşam. Pembe ojeleri görmezden mi gelmeli? “Ben yokken” “türemiş” pembe ojeleri… Gerçi, şiirin sonunda o gözyaşı pıt diye düşüyor da: “Daldım gittim eteğimi tutan olmadı/ O sırnaşık sulara yüzükoyun”
Tek sesli ve ağlak olmayan, modern bir melankolisi var Peksimet’in. Dağılmakla toparlanmak, ağlamakla gülmek, yakınmakla makara yapmak arasında tereddüt etmesi bundan. Günümüz Türk şiirinin deniz fenerlerinden biri olması da bundan.